18 Aralık 2011 Pazar

Şeb-i Aruz

Yılmaz Erdoğan - Demedim mi ?

O Giderse Her Şey Biter...

Mesnevi'nin ilk onsekiz beyiti


MESNEVİ'NİN İLK ONSEKİZ BEYTİ

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM 


Dinle, bu ney nasıl
şikayet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor: 


Beni kamışlıktan
kestiklerinden beri feryadımdan erkek, kadın... herkes ağlayıp inledi. 


Ayrılıktan parça
parça olmuş, kalb isterim ki iştiyak derdini açayım 


Aslından uzak düşen
kişi,yine vuslat zamanını arar. 


Ben her cemiyette
ağladım, inledim. Fena hallilerle de eş oldum, iyi hallilerle de. 


Herkes kendi zannınca
benim dostum oldu ama kimse içimdeki sırları araştırmadı. 


Benim esrarım
feryadımdan uzak değildir, ancak (her) gözde, kulakta o nur yok. 


Ten candan, can da tenden
gizli kapaklı değildir, lakin canı görmek için kimseye izin yok. 


Bu neyin sesi ateştir,
hava değil; kimde bu ateş yoksa yok olsun! 


Aşk ateşidir ki neyin
içine düşmüştür, aşk coşkunluğundur ki şarabın içine düşmüştür. 


Ney, dosttan ayrılan
kişinin arkadaşı, haldaşıdır.

Onun perdeleri, perdelerimizi yırttı. 


Ney gibi hem bir zehir,
hem bir tiryak, ney gibi hem bir hemden, hem bir müştak kim gördü? 


Ney kanla dolu olan
yoldan bahsetmekte, Mecnun aşkının kıssalarını söylemektedir. 


Bu aklın mahremi
akılsızdan başkası değildir,

dile de kulaktan başka müşteri yoktur. 


Bizim gamımızdan
günler, vakitsiz bir hale geldi; günler yanışlarla yoldaş oldu. 


Günler geçtiyse, geçip
gitsin; korkumuz yok.

Ey temizlikte nazirı olmayan, hemen sen kal! 


Balıktan başka her şey
suya kandı, rızkı olmayana da günler uzadı. 


Ham, pişkinin halinden
anlamaz, öyle ise söz kısa kesilmelidir vesselam.
GERÇEK AŞK

Ey dostlar! Bu hikayeyi dinleyiniz. Hakikatte o bizim bu günkü halimizdir


Bundan evvelki bir zamanda bir padişah vardı. O hem dünya, hem din saltanatına malikti. Padişah, bir gün hususi adamları ile av için hayvana binmiş, giderken ana caddede bir halayık gördü. O halayığın kölesi oldu. Can kuşu kafeste çırpınmaya başladı. Mal verdi o halayığı satın aldı.Onu alıp arzusuna nail oldu. Fakat kazara o halayık hastalandı.

Birisinin eşeği varmış, fakat palanı yokmuş. Palanı ele geçirmiş, bu sefer eşeği kurt kapmış. Birisinin ibriği varmış, fakat suyu elde edememiş. Suyu bulunca da ibrik kırılmış!

Padişah sağdan, soldan hekimler topladı. Dedi ki: “İkimizin hayatı da sizin elinizdedir. Benim hayatım bir şey değil, asıl canımın canı odur. Ben dertliyim, hastayım, dermanım o .Kim benim canıma derman ederse benim hazinemi, incimi ve mercanımı ( atiye ve ihsanımı) o aldı (demektir)”.

Hepsi birden dediler ki: “Canımız feda edelim. Beraberce düşünüp beraberce tedavi edelim. Bizim her birimiz bir alem Mesih’idir, elimizde her hastalığa bir ilaç vardır.”

Kibirlerinden Allah isterse (inşaallah ) demediler. Allah da onlara insanların acizliğini gösterdi.”İnşaallah” sözünü terk ettiklerini söylemeden maksadım, insanların yürek katılığını ve mağrurluğunu söylemektir. Yoksa arızi bir halet olan inşaallah’ı söylemeyi unuttuklarını anlatmak değildir. Hey gidi nice inşaallahı diliyle söylemeyen vardır ki canı “inşaallah” la eş olmuştur.

İlaç ve tedavi nevinden her ne yapıldı ise hastalık arttı maksat da hasıl olmadı.O halayıkcağız, hastalıktan kıl gibi olunca padişahın kanlı göz yaşı ırmağa döndü. Kazara sirkengübin safrayı arttırdı. Badem yağı da kuruluk tesirini göstermeye başladı. Karahelileyle kabız oldu, ferahlığı gitti; su, neft gibi ateşe yardım etti.

Padişah, hekimlerin aciz kaldıklarını görünce yalınayak mescide koştu.Mescide gidip mihrap tarafına yöneldi. Secde yeri göz yaşından sırsıklam oldu.Yokluk istiğrakından kendisine gelince ağzını açtı, hoş bir tarzda medhü senaya başladı:
“En az bahşişi dünya mülkü olan Tanrım! Ben ne söyleyeyim? Zaten sen gizlileri bilirsin.Ey daima dileğimize penah olan Tanrı! Biz bu sefer de yolu yanıldık.Ama sen “Ben gerçi senin gizlediğin şeyleri bilirim. Fakat sen, yine onları meydana dök” dedin.

Padişah, ta can evinden coşunca bağışlama denizi de coşmaya başladı.Ağlama esnasında uykuya daldı. Rüyasında bir pir göründü.
Dedi ki: “Ey padişah, müjde; dileklerin kabul oldu. Yarın bir yabancı gelirse o, bizdendir.O gelen hazık hekimdir. Onu doğru bil, çünkü o emin ve gerçek erenlerdendir.İlacında kati sihri gör, mizacında da Hak kudretini müşahede et.”

Vade zamanı gelip gündüz olunca... güneş doğudan görünüp yıldızları yakınca:Rüyada kendine gösterdikleri zatı görmek için pencerede bekliyordu.Bir de gördü ki, faziletli, fevkalade hünerli, bilgili bir kimse, gölge ortasında bir güneş;Uzaktan hilal gibi erişmekte, yok olduğu halde hayal şeklinde var gibi görünmekte.

Ruhumuzda da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayal üzere yürür gör!Onların başları da, savaşları da hayale müstenittir. Öğünmeleri de, utanmaları da bir hayalden ötürüdür.Evliyanın tuzağı olan o hayaller, Tanrı bahçelerindeki ay çehrelilerin akisleridir.

Padişahın rüyada gördüğü hayal de o misafir pirin çehresinde görünüp duruyordu.Padişah bizzat mabeyincilerin yerine koştu, o gaipten gelen konuğun huzuruna vardı.Her ikisi de aşinalık (yüzgeçlik) öğrenmiş bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin birbirine dikilmiş, bağlanmışlardı.
Padişah: “Benim asıl sevgilim sensin, o değil. Fakat dünyada iş işten çıkar.Ey aziz, sen bana Mustafa’sın. Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin uğrunda belime gayret kemerini bağladım” dedi.

Tanrı’dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Tanrı’nın lütfundan mahrumdur.Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.

Alışverişsiz, dedikodusuz Tanrı sofrası gökten iniyordu.Musa kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce “hanı sarımsak, mercimek” dediler.Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi; ekme, bel belleme, orak sallama kaldı.Sonra İsa şefaat edince Hak, yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi.Yine küstahlar edebi terk ederek sofradan yemek artığını aşırdılar.

İsa bunlara yalvardı. “Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz.Bir ulu kişinin sofrası başında kötü zanna düşmek ve harislik etmek küfürdür” dedi.O rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu görmedik dilencilerin yüzlerine kapandı.Zekat verilmeyince yağmur bulutu gelmez zinadan dolayı da etrafa veba yayılır.İçine kasavetten, gussadan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir.

Kim dost yolunda pervasızlık ederse erlerin yolunu vurucudur, namert odur.Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur: Yine edepten dolayı melekler masum ve tertemiz olmuşlardır.Güneşin tutulması, küstahlık yüzündendir. Bir melek olan Azazil de yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.

Kollarını açıp onu kucakladı, aşk gibi gönlüne aldı, canının için çekti.Elini, alnını öpmeğe, oturdu yeri, geldiği yolu sormaya başladı.Sora sora odanın başköşesine kadar çekti ve dedi ki: “Nihayet sabırla bir define buldum.

Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden nişliğin anahtarıdır” sözünün manası, Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden müşkül, konuşmaksızın, dedikodusuz hallolur gider.Sen, gönlümüzde, onların tercümanısın, her ayağı çamura batanın elini tutan sensin.

Ey seçilmiş,ey Tanrı’dan razı olmuş ve Tanrı rızasını kazanmış kişi, merhaba! Sen kaybolursan hemen kaza gelir, feza daralır.Sen, kavmin ulususun, sana müştak olmayan, seni arzulamayan bayağılaşmıştır. Bundan vazgeçmezse...”O ağırlama, o hal hatır sorma meclisi geçince o zatın elini tutup hareme götürdü.

Padişah, hastayı ve hastalığını anlatıp sonra onu hastanın yanına götürdü.Hekim, hastanın yüzünü görüp, nabzını sayıp, idrarını muayene etti. Hastalığının arazını ve sebeplerini de dinledi.
Dedi ki: “Öbür hekimlerin çeşitli tedavileri, tamir değil; büsbütün harap etmişler. Onlar, iç ahvalinden haberdar değildirler. Körlüklerinden hepsinin aklı dışarıda.” Hekim, hastalığı gördü, gizli şey ona açıldı. Fakat onu gizledi ve sultana söylemedi. Hastalığı safra ve sevdadan değildi.

Her odunun kokusu dumanından meydana çıkar. İnlemesinden gördü ki, o gönül hastasıdır. Vücudu afiyettedir ama o, gönüle tutulmuştur. Aşıklık gönül iniltisinden belli olur, hiçbir hastalık gönül hastalığı gibi değildir.

Aşığın hastalığı bütün hastalıklardan ayrıdır. Aşk, tanrı sırlarının usturlabıdır. Aşıklık ister o cihetten olsun, ister bu cihetten... akıbet bizim için o tarafa kılavuzdur. Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyliyeyim... asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum. Dilin tefsiri gerçi pek aydınlatıcıdır, fakat dile düşmeyen aşk daha aydındır. Çünkü kalem, yazmada koşup durmaktadır, ama aşk bahsine gelince; çatlar, aciz kalır. Aşkın şerhinde akıl, çamura saplanmış eşek gibi yattı kaldı. Aşkı , aşıklığı yine aşk şerh etti.

Güneşin vucuduna delil, yine güneştir. Sana delil lazım ise güneşten yüz çevirme. Gerçi gölgede güneşin varlığından bir nişan verir, fakat asıl güneş her an can nuru bahşeyler. Gölge sana gece misali gibi uyku getirir. Ama güneş doğuverince ay yarılır (nuru görünmez olur). Zaten cihanda güneş gibi misli bulunmaz bir şey yoktur. Baki olan can güneşi öyle bir güneştir ki, asla gurub etmez.

Güneş gerçi tektir, fakat onun mislini tasvir etmek mümkündür. Ama kendisinden esir olan güneş, öyle bir güneştir ki, ona zihinde de, dışarıda da benzer olamaz. Nerede tasavvurda onun sığacağı bir yer ki misli tasvir edilebilsin!

Şemseddin’in sözü gelince dördüncü kat göğün güneşi başını çekti, gizlendi. Onun adı anılınca ihsanlarından bir remzi anlatmak vacip oldu.Can şu anda eteğimi çekiyor. Yusuf’un gömleğinden koku almış! “Yıllarca süren sohbet hakkı için o güzel hallerden tekrar bir hali söyle, anlat. Ki yer, gök gülsün, sevinsin. Akıl, ruh ve göz de yüz derece daha fazla sevince, neşeye dalsın” (diyor). “Beni külfete sokma, çünkü ben şimdi yokluktayım. Zihnim durakladı onu görmekten acizim. Ayık olmayan kişinin her söylediği söz... dilerse tefekküre düşsün, dilerse haddinden fazla zarafet satmaya kalkışsın... yaraşır söz değildir.

Eşi bulunmayan o sevgilinin vasfına dair ne söyleyeyim ki bir damarım bile ayık değil! Bu ayrılığın, bu ciğer kanının şerhini şimdi geç, başka bir zamana kadar bunu bırak!”
(Can) dedi ki: “Beni doyur, çünkü ben açım. Çabuk ol çünkü vakit keskin bir kılıçtır. Ey yoldaş, ey arkadaş! Sufi, vakit oğludur (bulunduğu vaktin iktizasına göre iş görür). “Yarın” demek yol şartlarından değildir. Sen yoksa sufi bir er değilmisin? Vara veresiyeden yokluk gelir”.

Ona dedim ki: “Sevgilinin sırlarını gizli kapaklı geçmek daha hoştur. Sen, artık hikayelere kulak ver, işi onlardan anla! Dilbere ait sırların, başkalarına ait sözler içinde söylenmesi daha hoştur.” O, “Bunu apaçık söyle ki dini açık olarak anmak, gizli anmaktan iyidir. Perdeyi kaldır ve açıkça söyle ki ben, güzelle gömlekli olarak yatmam” dedi.
Dedim ki: “O apaçık soyunur, çırılçıplak bir hale gelirse ne sen kalırsın,ne kucağın kalır, ne belin! İste ama derecesine göre iste; bir otun bir dağı çekmeye kudreti yoktur.

Bu alemi aydınlatan güneş, bir parçacık yaklaştı mı, her şey yandı gitti! Fitneyi, kargaşalığı ve kan dökücülüğü araştırma, Şems-ı Tebrizi’den bundan fazla bahsetme. Bunun sonu yoktur; sen yine hikayeye başla, onu tamamlamana bak.

(Hekim) dedi ki: “Ey padişah, evi halvet et, yakını da uzaklaştır.Köşeden , bucaktan kimse kulak vermesinde ben bu cariyecikten bir şeyler sorayım.”

Oda boşaltıldı, Hekim ile hastadan başka kimsecikler kalmadı. Hekim tatlılıkla yumuşak yumuşak dedi ki: “Memleketin neresi? Çünkü her memleket halkının ilacı başka başkadır. O memlekette akrabandan kimler var? Kime yakınsınız; neye bağlısınız? Elini kızın nabzına koyup birer birer felekten çektiği cevir ve meşakkati soruyordu.

Bir adamın ayağına diken batınca ayağını dizi üstüne kor. İğne ucu ile diken başını arar durur, bulamazsa orasını dudağı ile ıslatır. Ayağa batan dikeni bulmak bu derece müşkül olursa, yüreğe batan diken nicedir? Cevabını sen ver! Her çer çöp (mesabesinde olan,) gönül dikenini göreydi gamlar, kederler; herkese el uzatabilir miydi?

Bir kişi, eşeğin kuyruğu altına diken kor. Eşek onu oradan çıkarmasını bilmez, boyuna çifte atar. Zıplar, zıpladıkça da diken daha kuvvetli batar. Dikeni çıkarmak için akıllı bir adam lazım. Eşek, dikeni çıkarabilmek için can acısı ile çifte atar durur ve yüz yerini daha yaralar. O diken çıkaran hekim üstaddı .

Halayığın her tarafına elini koyup muayene ediyordu. Halayıktan hikaye yolu ile dostların ahvalini sormakta idi. Kız, bütün sırlarını hekime açıkça söylemekte, kendi durağından, efendilerinden, şehrinden ve şehrinin dışından bahsetmekteydi.

Hekim kızın anlatmasına kulak vermekte, nabzına ve nabzının atmasına dikkat etmekte idi. Nabzı kimin adı anılınca atarsa cihanda gönlünün istediği odur (diyordu). Memleketinde ki dostlarını saydı, döktü. Ondan sonra diğer bir memleketi andı. “Memleketinden çıkınca en evvel hangi memlekette bulundun?”dedi.
Kız bir şehrin adını söyleyip geçti. Fakat yüzünün rengi nabzının atması başkalaşmadı.Efendileri ve şehirleri birer birer saydı;o yerleri, yurtları, oralarda geçirdiği zamanları, tuz, ekmek yediği kişileri tekrar tekrar söyledi.Şehir şehir, ev ev saydı döktü, kızın ne damarı oynadı, ne çehresi sarardı.

Hekim şeker gibi Semerkand şehrini soruncaya kadar kızın nabzı tabii haldeydi fazla atmıyordu.Semerkand’ı sorunca nabzı attı, çehresi kızardı, sarardı. Çünkü o, Semerkand’lı bir kuyumcudan ayrılmıştı.O hekim, hastadan bu sırrı elde edip o dert ve belanın aslına erişince:“Onun semti hangi mahallede?” diye sordu. Kız, “Köprü başında, Gatfer mahallesinde” dedi.

Hekim, “Hastalığının ne olduğunu hemen anladım. Seni tedavi hususunda sihirler göstereceğim;Sevin, ilişik etme, emin ol ki yağmur çimenlere ne yaparsa ben de sana onu yapacağım;Ben, senin gamını çekmekteyim, sen gam yeme; ben sana yüz babadan daha şefkatliyim;Aman, sakın ha, bu sırrı kimseye söyleme; padişah senden bunu ne kadar sorup soruştursa yine sakla;Sırların gönülde gizli kalırsa o muradın çabucak hasıl olur;dedi.

Peygamber demiştir ki: “Her kim sırrını saklar ise çabucak muradına erişir.” Tohum toprak içinde gizlenince, onun gizlenmesi, bahçenin yeşillenmesi ile neticelenir. Altın ve gümüş gizli olmasalardı... madende nasıl musaffa olurlar, nasıl altın ve gümüş haline gelirlerdi? O hekimin vaadleri ve lütufları hastayı korkudan emin etti. Hakiki olan vaadleri gönül kabul eder, içten gelmeyen vaadler ise insanı ıstıraba sokar. Kerem ehlinin vaadleri akıp duran, eseri daima görünen hazinedir. Ehil olmayanların, kerem sahibi bulunmayanların vaadleri ise gönül azabıdır.

Ondan sonra hekim, kalkıp padişahın huzuruna gitti.; padişahı bu meseleden birazcık haberdar etti. Dedi ki: “Çare şundan ibaret: bu derdin iyileşmesi için o adamı getirelim. Kuyumcuyu o uzak şehirden çağır, onu altınla, elbise ile aldat.” Padişah, hekimden bu sözü duyunca nasihatini, candan gönülden kabul etti. O tarafa ehliyetli, kifayetli, adil bir iki kişiyi elçi olarak gönderdi.

O iki bey, kuyumcuya padişahtan muştucu olarak Semerkand’e kadar geldiler. Dediler ki: “Ey lütuf sahibi üstad, ey marifette kamil kişi! Öğülmen şehirlere yayılmıştır. İşte filan padişah, kuyumcubaşılık için seni seçti. Zira (bu işte) pek büyüksün, pek kamilsin. Şimdilik şu elbiseyi, altın ve gümüşü al da gelince de padişahın havassından ve nedimlerinden olursun.”

Adam çok malı, çok parayı görünce gururlandı, şehirden çoluk çocuktan ayrıldı. Adam neşeli bir halde yola düştü. Haberi yoktu ki padişah canına kastetmişti. Arap atına binip sevinçle koşturdu, kendi kanının diyetini elbise sandı.

Ey yüzlerce razılıkla sefere düşen ve bizzat kendi ayağı ile kötü bir kazaya giden. Hayalinde mülk, şeref ve ululuk. Fakat Azrail “Git evet, muradına erişirsin” demekte!

O garip kişi yoldan gelince, hekim onu padişahın huzuruna götürdü; Güzellik mumunun başı ucunda yakılması için onu, padişahın yanına izzet ve ikramla iletti.

Padişah onu görünce pek ağırladı, altın hazinesini ona teslim etti. Sonra hekim dedi ki: “Ey büyük sultan o cariyeciği bu tacire ver ki visali ile iyileşsin, visalinin suyu o ateşi gidersin.”

Padişah, o ay yüzlüyü kuyumcuya bahşetti, o iki sohbet müştakını birbirine çift etti. Altı ay kadar murat alıp murat verdiler. Bu suretle o kız da tamamen iyileşti.

Ondan sonra hekim, kuyumcuya bir şerbet yaptı, kuyumcu içti, kızın karşısın da erimeye başladı. Hastalık yüzünden kuyumcunun güzelliği kalmayınca kızın canı, onun derdinden azat oldu, ondan vazgeçti. Kuyumcu, çirkinleşip hastalanınca kızın gönlüde yavaş yavaş ondan soğudu.

Ancak zahiri güzelliğe ait bulunan aşklar aşk değildir. Onlar nihayet bir ar olur. Keşke kuyumcu baştan başa ayıp ve ar olsaydı, tamamı ile çirkin bulunsaydı da başına bu kötü hal gelmeseydi! Kuyumcunun gözünden ırmak gibi kanlar aktı, yüzü canına düşman kesildi.

Tavus kuşunun kanadı, kendisine düşmandır. Nice padişahlar vardır ki kuvvet ve azametleri helaklerine sebep olmuştur.

Kuyumcu,”Ben o ahuyum ki göbeğimin miskinden dolayı bu avcı, benim saf kanımı dökmüştür. Ah ben o sahra tilkisiyim ki postum için beni tuzağa düşürüp tuttular, başımı kestiler. Ah ben o filim ki dişimi elde etmek için filci benim kanımı döktü. Beni benden aşağı birisi için öldüren, kanımı döken; bilmiyor ki benim kanım uyumaz! Bu gün bana ise yarın onadır. Böyle benim gibi bir adamın kanı nasıl zayi olur?
Duvar gerçi (günün ilk kısmında yere) uzun bir gölge düşürür; fakat o gölge, gölgeyi meydana getirene avdet eder.

Bu cihan dağdır, bizim yaptıklarımız ses. Seslerin aksi yine bizim semtimize gelir” dedi.Kuyumcu bu sözleri söyledi ve hemen toprak altına gitti.
O cariyecik de aşktan ve hastalıktan arındı, tertemiz oldu. Çünkü ölülerin aşkı ebedi değildir, çünkü ölü tekrar bize gelmez.

Diri aşk ruhta ve gözdedir. Her anda goncadan daha taze olur durur. O dirinin aşkını seç ki bakidir ve canına can katan şaraptan sana sakilik eder.

O'nun aşkını seç ki bütün peygamberler, onun aşkı ile kuvvet ve kudret buldular, iş güç sahibi oldular. Sen “Bize o padişahın huzuruna varmaya izin yoktur” deme. Kerim olan kişilere hiçbir iş güç değildir.

O adamın, hekimin eliyle öldürülmesi, ne ümit içindi ne korkudan dolayı. Tanrının emri ve ilhamı gelmedikçe hekim onu padişahın hatırı için öldürmedi.

Hızır’ın o çocuğun boğazını kesmesindeki sırrı halkın avam kısmı anlayamaz.
Tanrı tarafından vahiy ve cevaba nail olan kişi her ne buyurursa o buyruk, doğrunun ta kendisidir. Can bağışlayan kişi öldürse de caizdir. O, naibdir eli tanrı elidir.

İsmail gibi onun önüne baş koy. Kılıcının önünde sevinerek gülerek can ver. Ki Ahmed’in pak canı, Ahad’la ebediyse senin canında ebede kadar sevinçli ve gülümser bir halde kalsın. Aşıklar, ferah kadehini, güzellerin elleri ile öldürüldükleri vakit içerler.

Padişah o kanı şehvet uğruna dökmedi. Suizanda bulunma münakaşayı bırak. Sen onun hakkında kötü ve pis iş işledi deyip fena bir zanda bulundun. Su süzülüp durulunca, berrak bir hale gelince bu berraklıkta bulanıklık ve tortu kalır mı, süzülüş suda tortu bırakır mı?

Bu riyazatlar, bu cefa çekmeler, ocağın posayı gümüşten çıkarması içindir.İyinin kötünün imtihanı, altının kaynayıp tortusunun üste çıkması içindir.
Eğer işi tanrı ilhamı olmasaydı o, yırtıcı bir köpek olurdu, padişah olmazdı. Şehvetten de tertemizdi, hırstan da, nefis isteğinden de. Güzel bir iş yaptı, fakat zahiren kötü görünüyordu.

Hızır denizde gemiyi deldi ise de onun bu delişinde yüzlerce sağlamlık vardı. O kadar nur ve hünerle beraber Musa’nın vehmi, ondan mahçuptu; artık sen kanatsız uçmaya kalkışma. O, kırmızı güldür, sen ona kan deme. O, akıl sarhoşudur, sen ona deli adı takma. Onun muradı Müslüman kanı dökmek olsaydı kafirim, onun adını ağzıma alırsam! Arş kötü kişinin öğülmesinden titrer; suçlardan ve şüpheli şeylerden korunan kişi de kötü methedilince, metheden kişi hakkında fena bir zanna düşer.

O padişahtı, hem de çok uyanık bir padişah. Has bir zattı, hem de tanrı hası. Bir kişiyi böyle bir padişah öldürürse onu, iyi bir bahta eriştirir,en iyi bir makama çeker yüceltir.Eğer onu kahretmede yine onun için bir fayda görmeseydi; o mutlak lütuf nasıl olurda kahretmeyi isterdi?

Çocuk hacamatcının neşterinden titrer durur, esirgeyen ana ise onun gamından sevinçlidir. Yarı can alır, yüz can bağışlar. Senin vehmine gelmeyen o şey yok mu? Onu verir. Sen kendince aklından bir kıyas yapmaktasın ama çok, pek çok uzaklara düşmüssün; iyice bak!


Mesnevi - Cilt1 - hikaye1

7 Aralık 2011 Çarşamba


Gerilla Pazarlamada Kullanılan 100 Yöntem

1. Marketing plan
 
Pazarlama Planı: Pazarlamasını yapacağınız ürünü nasıl pazarlayacağınızı önceden planlamak demektir.
 
2. Marketing calendar
 
Pazarlama Takvimi: Pazarlama işi 4 mevsim aynı şekilde sürdürülmez, her mevsimin her ayın, hatta hergünün pazarlama taktiği farklı olabilir. Bunu mümkün olduğunca önceden planlamak gerekir.
 
3. Niche/positioning
4. Name of company
5. Identity
6. Logo
7. Theme
8. Stationery
9. Business card
10. Signs inside
11. Signs outside
12. Hours of operation
13. Days of operation
14. Window display
15. Flexibility
16. Word-of-mouth
17. Community involvement
18. Barter
19. Club/Association memberships
20. Partial payment plans
21. Cause-related marketing
 
Neden İlişkili Pazarlama: Pazarlamacıların markalarına daha fazla değer katmalarını sağlayan ve markaların aynı zamanda toplumsal mesajlar, sorumluluklar içermelerine yol açan bir anlayıştır.
 
22. Telephone demeanor
23. Toll free phone number
24. Free consultations
25. Free seminars and clinics
26. Free demonstrations
27. Free samples
28. Giver vs taker stance
29. Fusion marketing
30. Marketing on telephone hold
31. Success stories
32. Employee attire
33. Service
34. Follow-up
35. Yourself and your employees
36. Gifts and ad specialities
37. Catalog
38. Yellow Pages ads
39. Column in a publication
40. Article in a publication
41. Speaker at any club
42. Newsletter
43. All your audiences
44. Benefits list
45. Computer
46. Selection
47. Contact time with customer
48. How you say hello/goodbye
49. Public relations
50. Media contacts
51. Neatness
52. Referral program
53. Sharing with peers
54. Guarantee
55. Telemarketing
56. Gift certificates
57. Brochures
58. Electronic brochures
59. Location
60. Advertising
61. Sales training
62. Networking
63. Quality
64. Reprints and blow-ups
65. Flipcharts
66. Opportunities to upgrade
67. Contests/sweepstakes
68. Online marketing
69. Classified advertising
70. Newspaper ads
71. Magazine ads
72. Radio spots
73. TV spots
74. Infomercials
75. Movie ads
76. Direct mail letters
77. Direct mail postcards
78. Postcard decks
79. Posters
80. Fax-on-demand
81. Special events
82.Show display
83. Audio-visual aids
84. Spare time
85. Prospect mailing lists
86. Research studies
87. Competitive advantages
88. Marketing insight
89. Speed
90. Testimonials
91. Reputation
92. Enthusiasm & passion
93. Credibility
94. Spying on yourself and others
95. Being easy to do business with
96. Brand name awareness
97. Designated guerrilla
98. Customer mailing list
99. Competitiveness
100. Satisfied customers

Guerrilla Marketing defined: Fun with the Facebook profile pictures

Guerrilla Marketing defined: Shoes or Apparel?

Guerrilla Marketing defined: Shoes or Apparel?: When we saw this ad for American Apparel we were not sure if it is a marketing effort for apparel. But some of you may wonder "What shoes? ...

T-Mobile Angry Birds Live

Türk Çayını Kimse Böyle Anlatamaz - Analiz TV.flv

6 Aralık 2011 Salı

Fetih 1453 (OFFICIAL TEASER)

McDonald's guerilla marketing action

Guerilla Marketing : Coca-Cola Happiness Machine




MOTİVASYON HAYAT PUSULAMIZDIR

Siz fotoğraf çekmekten hoşlanır mısınız?

Beni bazı fotoğraflarıma bakmak çok mutlu ediyor, bazılarını hiç sevmiyorum.

Peki, siz kendi fotoğraflarınıza bakmaktan hoşlanıyor musunuz?

Dünyada hiçbir insan kendisini güzel-yakışıklı gösteren bir fotoğrafa duyarsız kalamaz.

Peki, fotoğraf çekmenin ardındaki dürtü nedir?

Kendi fotoğraflarımızı severiz; çünkü "ölümsüz" olmak isteriz.

George Eastman'a göre, "Fotoğraf çekmek iyi zamanları muhafaza etmektir." Bu sebeple kendisini film üreticisi değil, "hatıra yaratıcısı olarak" tarif eder. George Eastman, o zamanlar sadece seçkinlerin ilgilendiği fotoğrafçılığı kitlelere ulaştırmayı kafasına koyduğunda henüz yirmi dört yaşındaydı. Makineyi kalem kadar kullanışlı kılmaktaki amacının arkasında yatan en güçlü motivasyon ise değerli anları "ölümsüzleştirmekti."

Adolphus Busch da Budweiser'in varoluş nedeninin "Bira üretmek değil, dostluklar kurmak" olduğunu söyler. Bira içeriz çünkü sadece serinlemek değil, rahatlamak, arkadaşlarımızla eğlenmek, günlük zorunluluklardan uzaklaşmak ve "özgürleşmek" isteriz. Bira, bu sebeple genç, rahat ve özgürdür. Bira içmek her yaş, kültür ve sosyo-ekonomik profilden insanı "genç" ve "rahatlatmış" kılar. Bu sebeple bira; viski, şarap ve rakı içmeye kıyasla daha genç bir ruh halinin de temsilcisidir.

Dünyanın her yerinde, her yaştan ve her gelir grubundan insan, benzer motivasyonlarla harekete geçer. Motivasyonlar evrenseldir.

Çinliler de, Fransızlar da, Türkler de, gençler de, yaşlılar da; "özgür olmak", "güçlü" olmak, "kontrolü elinde tutmak", "çekici olmak" ya da "eğlenmek" isterler. Bunlar istisnasız herkesi yakalayan motivasyonlardır.

Ancak her insan için örneğin "güçlü olmanın" yöntemi farklı olabilir. Birisi için güçlü olmak bir rütbe sahibi olmak iken, bir başkası için para sahibi olmak anlamına gelebilir. Güçlü olmanın anlamı ve simgeleri kişiden kişiye, toplumdan topluma değişebilir; ama hepsinin arkasındaki dürtü aynıdır. Bu anlamda pazarlama ve marka yönetimi hem evrensel hem de yerel ve kültürel bir iştir. Bu sebeple pazarlama ve marka yönetimiyle ilgilenen herkesin bir yandan insanlığın ortak bilinçaltını okumayı bilmesi öte yandan da bireylerin kimliklerini anlayabilmesi gerekir.


Nic Hall ve arkadaşları "tüketicilerin evrensel ihtiyaçlarını anlamak" üzere bir çalışma yaptılar. İşe önce Maslow, Milton Rokeach, Shalom Schwartz gibi bilim adamlarının çalışmalarından hareketle insanların ortak iki yüz ihtiyacından oluşan bir liste çıkardılar. Ardından, 30 ülkede 2000 tüketiciyle görüşmeler yaparak bu ihtiyaçlar arasından en temel olanlarını seçerek bu listeyi önce yetmişe, sonra da 15 ihtiyaca indirgediler.

Nic Hall bu 15 ihtiyacın insanların evrensel ihtiyaçlarının çekirdeğini oluşturduğunu öne sürüyor. Nic Hall'ün çalışmaları dolaylı ya da dolaysız olarak bir çok global markanın stratejilerinde hayata geçiyor. Bu motivasyonları doğru şekilde yöneten markaların insanlarla içsel bağlar kurduğuna tanık oluyoruz. Hemen her pazarda "güven", "denge", "aidiyet", "bilgelik", "saygı" gibi motivasyonlar çevresinde stratejilerini oluşturan markalar, tüketicilerin anlam arayışlarının bir parçası oluyor.

Bu ihtiyaçların listesi şöyle:

1. İyi yaşam talebi 2. Sevgi 3. Uyum 4. Güvenlik 5. Ait olma 6. Kontrol 7. Saygı 8. Kişisel tatmin 9. Geleneksellik 10. Bireysellik,11. Eğlence 12. Çekicilik 13. Bilgi 14. Liderlik 15. Özgürlük

İhtiyaçlarımız aynı zamanda motivasyonlarımız olarak da okunabilir. Böyle bir bakış açısıyla Nic Hall ve arkadaşlarının önerdikleri "ihtiyaç temelli pazar bölümlemesi" aynı zamanda "motivasyon temelli bir segmantasyon" olarak da ele alınabilir.

Daha önce de pek çok kez ifade ettiğim gibi, ben sanayi-sonrası toplumunda en yararlı segmantasyon yönteminin ihtiyaçlardan (motivasyonlardan) yola çıkarak yapılan segmantasyonlar olduğuna inanıyorum. Demografik ve yaşam tarzı verileri üzerine yapılan segmantasyonların ise daha az işe yaradığını düşünüyorum.

Neden ihtiyaçlara dayalı segmantasyon daha çok işe yarıyor? Çünkü günümüz toplumlarında tüketiciler "çoklu kimliklere" sahipler. Farklı zaman ve durumlarda, kişiliklerinin farklı bir tarafı ortaya çıkıyor. Kimi zaman zıt uçlar arasında gidip geliyorlar. Sadece demografik veriler ya da yaşam tarzına yönelik bilgiler tüketicilerin neyi-neden yaptıklarını açıklayamıyor.

Ayrıca bugünün "çok kutuplu" dünyasında insanlar, "sınıflar" ya da "kastlar" halinde yaşamıyorlar. Hangi "sınıfa" ait olurlarsa olsunlar, kendi" sınıfının" sınırlarını zorlayan talepler ya da ilgi alanları sergiliyorlar. Hangi sosyo-ekonomik statüye ait olurlarsa olsunlar; ister liberal ister muhafazakâr bir hayat yaşasınlar artık tüketiciler kendi "profillerinin" sınırlarını aşan tüketim kalıpları geliştirebiliyorlar.

Bu sebeple tüketicileri gruplamak yerine ihtiyaçları, değerleri ve motivasyonları gruplamak daha yararlı oluyor. Yani segmentleri somut insanlardan oluşan gruplar olarak değil, benzer ihtiyaçları sergileyen, benzer motivasyonlara sahip olan gruplar olarak tarif etmenin bu çağın ruhuna daha uygun olduğunu düşünüyorum.

Mesela, insanları diyet yapanlar ve yapmayanlar olarak gruplara ayırmak yerine "canı diyet ürün tüketmek isteyenler" segmentini tanımlamak bana daha doğru geliyor. İnsanları gruplamak, o insanların söz konusu grubun dışına hiç çıkmayacaklarını varsayan bir yaklaşımdır. Oysa hepimiz biliriz ki pazartesi günü diyet yapmaya başlayıp, ertesi gün vazgeçebiliriz. Hatta bir kebapçıda tıka basa yemek yerken diyet kola içebiliriz. (Kategorize Etme Beni!)

Motivasyonlarımız yani neye ihtiyaç duyduğumuz, sahip olduğumuz değerlerle yakından ilgilidir. Değerler, insanın yaptıklarına yol gösteren ve rehberlik eden ilkelerdir.

Rokeach'a göre değerler, "araçsal" ve "amaçsal" olarak iki grupta toplanır. Amaçsal değerler, kişinin hayatında olmak istediği, ulaşmak istediği durumu ifade eder. Bunlar rahat bir yasam, özgürlük, eşitlik, aile güvenliği gibi değerler olabilir. Araçsal değerler ise amaçsal değerlere ulaşmak için tercih edilen davranış biçimini ifade eder. Hırslı, cesur, kibar, dürüst olmak gibi değerlerden oluşur. Amaçsal ve araçsal değerler arasındaki ilişki de değerler sistemimizi oluşturur.

Değerler önce tutum ve tavırları şekillendirir ve sonrasında davranışları belirler. Dolayısıyla insan davranışlarını anlamak için önce söz konusu kişinin değerlerini anlamak gerekir.

Pazarlama ve marka yöneticileri, eğer değerleri ve motivasyonları iyi anlarlarsa, tüketicilerin satın alma davranışlarını kolaylıkla harekete geçirebilirler.

Motivasyonlar ve değer boyutlarını anlamaya hiç gerek görmeden, sadece davranışları etkilemeyi amaçlayan bir pazarlama anlayışını benimsemek de mümkündür elbette; ama ben bir pazarlama/marka yöneticisinin daha derinlikli bir bakış açısına sahip olması gerektiğine inanıyorum.

Tüketicinin motivasyonlarını anlamadan pazarlama yapmak daha çok yanılgıya neden olur. Pazarlama kararları zaten yeterince karmaşık, elle tutulmayan birçok değişkenin hesaba katılmasıyla alınması gereken kararlardır. Bu kadar çok değişkenin olduğu bir ortamda, tüketici motivasyonlarına hakim olmak, pazarlama/marka yöneticisine pusula işlevi görür, zor kararları alırken en doğrusunu seçtiren rehberdir.

Bu anlamda tüketici motivasyonları, yöneticinin kutup yıldızıdır. Ortam ne kadar değişken, kaygan, güvensiz, fırtınalı ve gelecek ne kadar öngörülmez olursa olsun, müşterisinin motivasyonlarını anlamış olan bir yönetici aldığı kararlarda daha az hata yaparak ilerler; çünkü ne yapacağını herkesten daha iyi bilir.

Ben marka ve pazarlama dünyasının, ne kadar "insani" olursa o kadar başarılı olacağını düşünüyorum.

Pazarlama ve marka kararlarımızı ne kadar çok değerler ve motivasyonlar üzerine temellendirirsek tüketicilerin anlam arayışlarına o kadar iyi cevap verebiliriz diye düşünüyorum.
 
Yazan : Temel Aksoy
Kaynak : www.temelaksoy.com


"EKSTRA" MOTİVASYON ŞART!

Motivasyon konusunda bildiklerinizi gözden geçirin. Çünkü ödül ve cezayla insan çalıştırmak giderek zorlaşıyor. Koyulan ödüller cazibesini yitiriyor, cezalar az geliyor. Kimse "ekstra" geliri olmayan bir işi yapmak istemiyor...

PARA MOTİVASYON SAĞLAR MI?

Hepimiz para kazanmak için çalışıyoruz ama tek başına para kazanmak yetmiyor. İnsan daha fazlasını istiyor; çalıştığı yerden başka şeyler de bekliyor.

• Öncelikle çalıştığı yerin doğru düzgün olmasını istiyor. İnsanın vicdanını zedeleyen işlerin yapılmadığı, doğayı kirletmeyen, devlete vergisini veren bir şirkette çalışmak istiyor.
• Patronun hakkını korurken başkalarını yok saymayan; insana insan gibi davranan bir şirkette çalışmak istiyor.
• İnsana kaba davranılmayan, asgari nezaketin korunduğu, üstlerin astlara insan muamelesi yaptığı bir yerde çalışmak istiyor.
• Mesai saatlerinin insaflı olduğu, çalışanların özel hayatlarına saygılı bir yerde çalışmak istiyor.
• Tedarikçilerini ve bayilerini adam yerine koyan; yaptığı işi onlar sayesinde yaptığının farkında olan ve onların da haklarını gözeten bir iş yerinde çalışmak istiyor.
• Müşterileri insan yerine koyan bir yerde çalışmak istiyor.
• Karar alırken çalışanlara da söz hakkı tanıyan bir iş yerinde çalışmak istiyor.

Sanayi sonrası toplum, sadece yaptığımız işlerin değil, işleri yapma şeklimizin de değiştiği bir dünya yarattı. Artık hepimiz tanımlanması da kontrol edilmesi de zor; ama daha yaratıcı işler yaptığımız ortamlarda çalışıyoruz. (Yeni nesil şirketler nasıl olacak?) , (Yaratıcı bir iş ortamı nasıl olur?)
İşler daha yaratıcı ve esnek hale geldikçe insanların çalışma hayatından beklentileri de değişti.

Sahip oldukları niteliklere kıyasla daha az gelir elde etmelerine rağmen yaptıkları işi sevdikleri için yapmaya devam eden birçok insan var. Bu insanlar yaptıkları işte öyle bir anlam buluyorlar ki işin kendisi ödül haline gelebiliyor.

Diğer taraftan ödül ve cezayla insan çalıştırmak giderek zorlaşıyor. Koyulan ödüller cazibesini yitiriyor, cezalar az geliyor. İnsanlar ödül ve cezaya bağımlı hale geldikçe iş yapmaya gönüllü olmuyorlar. Kimse "ekstra" geliri olmayan işi yapmak istemiyor.

Ödül ve ceza odaklı işyerleri, çalışanlar üzerindeki kontrolü her geçen gün daha fazla artırırken çalışanlar da daha "zeki ve yaratıcı" aldatma yöntemleri buluyorlar. Ödül ve cezanın dozu arttıkça iş ahlakı yozlaşıyor.

Daniel Pink, 2008 yılında yaşadığımız küresel finans krizinin nedenlerinden başında ödül-ceza sisteminin olduğunu söylüyor. Pink'e göre, üst düzey finans yöneticilerine verilen yüksek primler, onların ahlak dışı davranmalarına yol açtı. Alacakları ödülün ışıltısı gözlerini kör etti, yaptıkları yanlışların sonuçlarını göremez oldular. Sonunda ABD'de binlerce işyeri battı, milyonlarca insanın hayatı derinden etkilendi.

Para, bizim başkaları için harcadığımız zamanın ve kattığımız değerin karşılığıdır. Para bir "hak ölçüsüdür."

Fakat para her şeyi satın alamaz. Paranın değerini ve önemini asla yadsımıyorum; ama çalışanların kalbini kazanacak, onları şirkete bağlayacak şey asla para değildir. Onların yaptıkları işe gönülden yapmalarını sağlayacak ortam tek başına parayla yaratılamaz.

Öyle ortamlar vardır ki ne kadar para verirlerse versinler insan bir saniye bile orada durmak istemez. İnsan haksızlığa uğradığı, yaptıklarının beğenilmediği, kendisinden daha fazlasını alabilmek için iyi olduğu zamanlarda bile kötü olduğunu duyduğu, destek yerine azar işittiği, sorunlarını anlatmaya cesaret bulamadığı, hatalara karşı hoşgörünün düşük olduğu şirkette, kendi iç motivasyonu ne kadar güçlü olursa olsun fazla kalamaz.
Harvard Üniversitesi öğretim görevlilerinden otantik liderlik üzerine uzmanlaşan Bill George, çöküşe giden şirketlerdeki en önemli hatanın sadece "rakamlarla yönetmek" olduğunu söyler. Bir şirket, aldığı tüm kararları sadece kârlılığı düşünerek alırsa uzun dönemde ayakta kalamaz.
Şirketlerin kârlılıklarını gözetmeleri elbette şarttır. Şirket yanlış bir iş yapıyorsa ya da yaptığı işi yanlış yapıyorsa kâr edemez. Kâr etmek, bir şirketin "doğruları" yaptığının kanıtıdır. Ayrıca kâr etmek şirketin büyümesi, yeni yatırımlar yapması için birikim yaratması demektir.

Peter Drucker "Kârlılık bir şirketin amacı değil, o şirketin yaptığı işin doğru olduğunu kanıtlayan bir geçerlilik testidir." der.
Ama şirketin kâr etmeyi sürdürebilmesi için birlikte çalıştığı insanların da çıkarını düşünmesi gerekir, aksi takdirde şirketin kurduğu düzen kalıcı olmaz.
Şirket, kendi çıkarıyla çalışanların ve iş yaptığı diğer kesimlerin çıkarları arasında denge kurduğu zaman kalıcı, sürdürülebilir bir düzen kurabilir.
Çalışanların çıkarını düşünmek demek onlara sadece parasal ödül vermek değildir.
Şirketlerin her çalışanı iş gücünden öte insan olarak görmesi ve bu insanın hayatta aradığı anlamı bulacağı iş ortamı yaratması gerekir.
Kullandıkları markalardan katıldıkları etkinliklere, kurdukları sosyal ilişkilerden kendilerine biçtikleri rollere kadar hayatın her alanında "anlam" arayan insanlar için para artık tek başına bir motivasyon aracı değil. İnsanlar belirli geliri elde ettikten sonra "daha fazla parayla" motive olmuyorlar.
 
Yazan : Temel Aksoy
Kaynak : www.temelaksoy.com

BAHÇE İŞLERİ ZEKA AÇIYOR


Zeka genetik kadar çevresel koşullardan da etkileniyor. Bu konuda İngiltere’de yapılan bir araştırmadan çarpıcı bir sonuç çıktı: Okul bahçesinde sebze-meyve yetiştiren çocukların okul başarısı artış gösteriyor...

BAHÇEDE ÇALIŞAN ÇOCUK ZEKA KÜPÜ OLUYOR

İngiltere’deki Kraliyet Bahçıvanlık Derneği’nin yaptığı bir araştırma ilginç bir gerçeği açığa çıkardı. Okul bahçesinde meyve, sebze yetiştiren çocukların okul başarıları artıyor. Bin 300 öğretmenle çalışılan araştırmaya göre bahçeyle uğraşan çocuklar okuma - yazma ve matematik konusunda diğerlerine oranla daha başarılılar. Ayrıca bu çocuklar gıda üretiminde daha bilgili ve kendilerine güvenleri de daha gelişmiş durumda.
 
Kaynak : www.isteinsan.com.tr


GÜLÜMSEYİN, BEYNİNİZİ BESLEYİN

Akıl sağlığı ve ruhsal durum arasındaki ilişki bilimsel olarak tespit edildi. Araştırmalara göre depresyondan uzak duran bireylerin alzheimer olma riskinin daha düşük. Bu sonuç beynin en önemli besin kaynağının neşe olduğuna işaret ediyor.

BEYNİN EN ÖNEMLİ BESİN KAYNAĞI NEŞE

Uzmanlar, beynin en önemli besin kaynağının neşe olduğunu söyledi.

Alzheimer hastalığının sırları araştırmalarla çözülüyor. Beyinde biriken 'Amiloid beta' türü protein molekülleri hastalığın temel nedeni olarak görülüyor. Bu yıl Alzheimer tanı kriterlerinin değiştiğini ve 'Amiloid beta'nın ölçüm değerlerinin kullanılabileceğinin kabul edildiğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Türker Şahiner, "Ayrıca bellek için çok önemli bir beyin bölgesi olan 'Hippokampus'un hacminin MR ile ölçülmesi de tanı ve takip için kullanılabiliyor" dedi.

Depresyon ile Alzheimer ilişkisinin de bu yeni araştırma ile açığa çıktığını belirten Şahiner: "Genç yaşta plazma amiloid beta seviyesinin plazmada düşük olarak bulunması ileri yaşlarda depresyona zemin hazırlayan önemli bir neden. Bireyin genetik riski yüksek olmasa da amiloid beta seviyesi düşükse depresyona daha kolay yakalandığı biliniyor. Ruhsal yakınmalar ile amiloid beta düzeyi arasında bir ilişki var. Yani depresyon sizden ne kadar uzaksa Alzheimer yanınıza o kadar zor yaklaşır. Beynin en önemli besin kaynağı neşedir" dedi. İHA
 
Kaynak : www.stargazete.com


GÜLÜMSEMENİZE YATIRIM YAPIN

Gülümsemeniz diğer insanların ilk gördüğü şeylerden birisidir ve güçlü bir mesaj gönderebilir.

Parlak, sağlıklı bir gülümseme görünüşünüzden gurur duyduğunuzu ve hatta kendinize güveninizi gösterir.Vücudunuzun kalan kısmı ve vücudunuz gibi, gülümseme yaşlar ve yıllar boyunca ihmal edilirse lekeler, tartar, ve hatta rahatsızlık baş gösterir. Yani sodanızdan bir yudum daha almadan ya da pastanızdan bir ısırık, aşağıdakilere bir göz atın:

Ne yediğinize ve içtiğinize dikkat edin. Dişçiler uzun zamandır dişleri lekeleyecek içecek ve yiyeceklere dair hastalarını uyarmayı sürdürüyor. Kahve, çay, kırmızı şarap, soya sosu, böğürtlen ve diğer koyu renkli gıdalar leke bırakıcılar listesinde bulunuyor. Ama sabah kahvesinden ya da yemeğinizin yanında bir kadeh şaraptan vazgeçemiyorsanız, hemen ardından dişlerinizi fırçalamanızı öneririz.
Tam da her şeyi bildiğimizi sanırken, son araştırmalara göre açık renkli ama şeker ve asit içeren yiyecekler de dişlere zarar verebiliyor. Limonata ve beyaz şarap en çok dikkat edilmesi gerekenlerin başında geliyor.

Dişlerinizi alet olarak kullanmayın. Kim dişlerini bir paket cips açmak için kullanmamıştır ki? Unutmayın, dişlerimiz çiğnemek için dizayn edilmişlerdir, bir makasın, şişe açacağının vs. yerini almak için değil. Dişlerinizi yemek yemek dışında kullandığınız her sefer (kalem kemirenler başta olmak üzere) dişinizi çatlatma ve hatta kırma tehlikesine sokarsınız. Üstelik bu estetik görünümden daha önemli problemler çıkarabilir çünkü çatlaklar dişlerin hassasiyetini arttırır.

Ne kullandığınıza dikkat edin. Dişçilerin hastalarını sürekli yumuşak diş fırçası kullanmaları konusunda uyarmalarının bir sebebi var. Dişlerimizin üzerindeki mine tabakası yaşımız ilerledikçe incelir, ve sert bir fırça ile fırçalamak bu süreci hızlandırabilir. Diş minesinin koruyucu bir rolü vardır, dişin daha hassas bölgelerine kalkan görevi görür ve onsuz sıcak ve soğuğa daha duyarlı olursunuz ve lekelenmeye daha meyilli. Öyleyse diş minenizi muhafaza için aşındırıcı macunlardan ve asit ve şeker içeren içeceklerden uzak durun. Bunun dışında diş minesini güçlendirmek için çeşitli ürünler de bulunmakta ve bu ürünler diş üzerinde ince bir tabaka oluşturarak, bakterileri uzak tutuyor ve diş minesine destek çıkıyor.

Fazla beyazlatmayın. Diş beyazlatmak, güzellik rejiminde ön sıralarda yerini aldı bir süredir. Temiz görünümlü ve beyaz dişlerin estetik yönü tartışılmaz olsa da bir sürü yan etkisi var. O yüzden kendinizi sınırlayın ve senede en fazla 2 kez ve profesyonel birine yaptırın.
Dişçinizle randevulaşın.

Dişçiye sadece dişiniz ağrıdığında gitmekten derhal vazgeçin, en az altı ayda bir diş kontrolüne gidin. Üstelik güzel bir gülümsemenin ayrıntılarını da sadece hekiminizden duyabilirsiniz..
Kaynak : www.milliyet.com.tr

5 Aralık 2011 Pazartesi

Albert Einstein

1- Muhteşem beyinler daima sıradan beyinlerin şiddetli muhalefetiyle karşılanmışlardır.

2- Kendi gözüyle gören ve kendi yürekleriyle hissedenler çok azdır.

3- İnsanlar çok zeki ve çok yavaştırlar, bilgisayarlar çok hızlı ama çok aptaldırlar.

4- İnancı dışlayan bilim topal, bilimi dışlayan din kördür.

5- Gerçeği aramak onu elde etmekten daha kıymetlidir.

6- Gençliğimizde düşüncelerimizi oluşturan tüm konular sevgiyle ilgilidir. Sonraları ise tüm sevgilerimiz düşüncelerimiz olur.

7- Gelir vergisi beyannamesi vermek için bir filozof olmak lazım. Bir matematikçi üstesinden gelemez.

8- Deha ile aptallık arasındaki fark, dehanın sınırlarının olmasıdır.

9- Bir kum tanesinin sırrını çözmeyi başarsaydık. Bütün dünyanın sırrını öğrenmiş olurduk.

10- Bir koyun sürüsünün kusursuz bir üyesi olmak için her şeyden önce koyun olmak gerekir.

11- Aynı zamanda hem savaş hazırlığı yapıp hem de savaşı önleyemezsiniz.

12- Görelilik kuramım başarıyla kanıtlanırsa Almanya benim bir Alman olduğumu iddia edecek. Fransa ise dünya vatandaşı olduğumu açıklayacak. Kuramım gerçek dışı çıktığında ise, Fransa bir Alman vatandaşı olduğumu söyleyecek. Almanya ise bir Yahudi olduğumu açıklayacaktır.

13- Aptalların tatili tembelliktir, bitmez.

14- Üçüncü dünya savaşında hangi silahlar kullanılacak bilmiyorum, ama dördüncüsü taş ve sopa ile yapılacak.

15- a’yi hayatta basari olarak tanimlayalim. O zaman a=x+y+z. x calismaktir, y oyundur, z ise ceneyi tutmasini bilmektir.

16- Başarılı bir insan olmaya çalışmayın, değerli bir insan olmaya çalışın; başarılı bir insan, hayattan verdiğinden fazlasını alır, değerli bir insan ise hayattan aldığından fazlasını verir.

17- Hayat iki şekilde yaşanır: ya hiç mucize yokmuş gibi, ya da herşey birer mucizeymiş gibi.

18- İki şey sonsuzdur, insanoğlunun aptallığı ve evren. Fakat ikincisinden o kadar emin değilim.

19- Değerli olan her şey ölçülemez, ölçülebilen her şey değerli değildir.

20- Karsi karsiya kaldiginiz asilmasi guc problemleri mevcut dusunce yapinizla cozemezsiniz. Çunku bu problemler, mevcut dusunce yapinizin urunudurler.

21- Kendi yaşamının ve diğer benzer canlıların yaşamının anlamsız olduğunu düşünen insan; sadece talihsiz olmakla kalmayıp, yaşam için de neredeyse yetersizdir.